BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
Ali Şîr Nevâyî Araştırma Merkezi

 

Tanıtım

T. C.

BASKENT ÜNİVERSİTESİ

ALİ ŞİR NEVÂYİ

ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ

KURULDU

"Yüksek medeniyetleri yüce şahsiyetler meydana getirir" ifadesinin gerçek muhatabı olan Türk insanı; inanan, düşünen, çalışkan, fikir üreten, toplum fertlerinin birlik ve beraberliğini sağlayan, hoşgörüyle bütün gönüllere seslenen, onları millî birlik ve beraberlik ülküsünde bütünleştiren, mensubu olduğu toplumu çağdaş seviyede daha da yücelten, mevcuda daha yeniyi katan "iki gününü birbirine eşit kılmadan, ikinci gününü daha da verimli hâle getirerek çalışan ve inanan" örnek bir kişiliği temsil eder. Medenî toplumların geçmişlerini inceleyen bilim adamları, yükselme çağlarının temelinde bilgin, çalışkan ve inanmış karakterlerin, abide şahsiyetlerin varlıklarını görürler. Bu şahsiyetler milletlere hayat veren ebedî bir ruh niteliği taşır.

İşte bu örnek kişiliğin onlarca temsilcilerinden biri olan Ali Şîr Nevâyî, hayatı, sanatçı kimliği ve devlet adamı olarak üzerinde durulması gereken önemli bir şahsiyettir.

 

HAYATI

 

Ali Şir Nevâî, Doğu Türklüğü bünyesinde yetişmiş şuurlu bir bilgin, velut bir şair, adil ve başarılı bir devlet adamıdır. Nizamettin Ali Şîr Nevâyî, 17 Ramazan 844 (9 Şubat 1441)’te dönemin önemli kültür merkezlerinden olan Herat şehrinde  doğmuştur.  Babası, Timur Han'a bağlı meliklerden Sultan Ebû Said’in veziri Kiçkine Bahşi'dir. Ali Şir Nevâî’nin ataları eskiden beri  Timur Oğullarının, devlet hizmetinde bulunmuşlardır. Ana tarafından büyükbabası Ebu Sait  Çisek de, Mirza Baykara’nın beylerbeyi olarak görev yapmıştır.  Bu sebeple Ali Şir Nevâî, çocukluk  ve gençlik yıllarını  Mirza Baykara’nın torunu Hüseyin Baykara ile birlikte geçirmiş, onunla birlikte öğrenim görmüştür. Ali Şir Nevâî, ilk eğitimini babasının yanında almıştır. Daha sonra eğitimine Horasan ve Semerkant’ta devam etmiştir.  "XV. yüzyılın ikinci yarısında Türkistan'ın Horasan bölgesini yöneten büyük Türk Hükümdarı Sultan Hüseyin Baykara'nın hem çocukluk arkadaşı hem de en yakın yardımcılarındandır.".

Sultan  Ebulkasım Babür,  H. 854/M. 1452’de  Horasan’a hakim olduktan sonra  Hüseyin Baykara  ve Ali Şir de onun himayesinde  eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Ebulkasım 1456’da Meşhet’e giderken Hüseyin’le Ali Şîr Nevâyî’i de beraberinde götürmüştür. Burada her ikisi de iyi bir eğitim almışlar hatta Sultan Ebulkasım’ın teşvikleriyle şiirler yazmaya da başlamışlardır.

Ebulkasım’ın vefatından kısa bir süre sonra Ali Şîr Nevâyî’in babası Kiçkine Bahadır da vefat etmiştir.  Bunun üzerine Ali Şîr Nevâyî’i Timur sülalesi emirlerinden Seyyid Hasan Erdeşir himayesine almış ve onunla bir baba gibi ilgilenmiştir. Ali Şir Nevâî, Mecalis adla eserinde Hasan Erdeşir’den

“Bu fakire ata mesabesinde idi” diye söz etmektedir.

Ali Şîr Nevâyî, bir süre de Herat’ta Ebu Sait Mirza’nın yanında devlet hizmetinde bulunmuştur.  Ali Şîr Nevâyî,  Herat’tan Semerkant’a giderek Hace Fazlu’l-lah Ebu’l-leysî’nin yanında iki yıl kalarak orada tahsiline devam etmiştir.

Ali Şîr Nevâyî, 49 yıl çeşitli devlet hizmetinde bulunmuştur. 31 Aralık 1500’de Sultan Hüseyin Baykara’nın Esterebat’tan dönüşünde kendisini karşılamaya çıkan Ali Şîr Nevâyî Nevâî, sultanla kucaklaşırken kalp krizi geçirip yere düşmüştür. Hükümdar onu kendi tahtırevanıyla derhal Herat’a yetiştirmiş ve orada tedavisine başlanmıştır. Ancak üç gün sonra 3 Ocak 1501 günü hayatını kaybetmiştir. Aynı gün Herat’taki Kutsiye Cami yanında hayatta iken kendisi için hazırladığı kabrine defnedilmiştir. Sultan Baykara üç gün Nevai’nin evinde kalarak onun yasını tutmuş, taziyeleri kabul etmiştir.  Türk töresi gereği vefatının yedinci günü yapılan yuğ yemeğinde (Yuğ Töreni) bulunmuş, töreni sevk ve idare etmiştir. Ali Şîr Nevâyî Nevâî , bilimsel ve devlet hizmetindeki hayatını bekâr olarak sürdürmüştür..

 

DEVLET ADAMLIĞI

 

Ali Şîr Nevâyî, Türk dünyasının tanınmış şair, bilim ve devlet adamı abide şahsiyetlerinden biridir. Onun, bir yandan Hüseyin Baykara’nın Baş Veziri (Sultânü’l-Emîr) olarak hizmette bulunması, diğer yandan da geniş bir Türk-İslam kültürüne sahip olması, Türk edebiyatı, sanatı ve düşünce tarihinin doruklarında yer alması sebebiyle bütün Türk dünyası coğrafyasının ‘birleştirici sevgi pınarı’ olmuştur.

Hüseyin Baykara 1469’da Herat’ta tahta çıktıktan sonra Horasan’a da hâkim olmuştur. O sırada Semerkant valisi olan Ebu Sait Oğlu Sultan Mirza’ya bir mektup yazarak Ali Şir’in Herat’a gönderilmesini istemiştir. Mirza’nın müsaadesi ile 14 Nisan 1469’da Ramazan Bayramı’nda Herat’a dönen Ali Şir’i, Hüseyin Baykara büyük bir sevgi ile karşılamıştır. Ali Şir, bu olay üzerine Hilaliye kasidesini yazmış ve arkadaşı Hükümdar Hüseyin Baykara’ya sunmuştur.

Ali Şir Nevâî, bu tarihten sonra Hüseyin Baykara’nın sarayında Nişancı (Mühürdar) olarak görev yapmaya başlamıştır. Aynı zamanda Hükümdarın en yakın arkadaşı ve en güvendiği kişidir. Nişancı olarak görev yaptığı dönemde ortaya çıkan taht mücadelelerinde Baykara’ya yardımcı olmuş, sultanın divan beyi ve nedimi görevlerinde bulunmuştur. Hükümdardan sonra idarede söz ve en büyük nüfuz sahibi olan Ali Şir Nevâî’nin, mührü evrakın üstüne değil de altına basması resmî usul hâline gelmiştir.

 

Ali Şir Nevâî ve Hüseyin Baykara’nın birlikte çalıştıkları döneme “Nevaî-Baykara” dönemi adı verilmektedir. Onların destekleriyle Herat’ta birçok medrese yapılmış, bu medreselerin bilim faaliyetlerini sürdürmeleri sağlanmış ve Herat, birçok bilim ehlinin akın ettiği önemli bilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir.

Ali Şir Nevâî devlet adamı kimliğiyle devlet içerisinde stratejik tedbirlerin alınmasında etkili olabilmekte ve yeri geldikçe hükümdarın kararlarına şeyhülislam gibi müdahale edip şerh koyabilmekte, bazı sosyal problemlerin çözümünde etkili olabilmektedir.

1469 yılı sonlarında Esterebat’ta başlayan ayaklanmayı etkili bir hitabet ve güzel sözlerle bastırmıştır. Ayaklanmayı başlatanlarla görüşüp isteklerini Sultana iletmiş, böylece rüşvet ve adaletsizlik ortadan kalkmış, suçlular cezalandırılmıştır. Bu olaydan sonra şehirde sultanın itibarı artmıştır.

1469’da Şahruh’un torunlarından Mirza Yadigâr Mehmet, Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan’nın verdiği destekle Horasan’ı ele geçirmek amacıyla yürümüş ve Esterebat’ı ele geçirmiştir. Ancak Sultan Hüseyin Baykara onu bozguna uğratarak Esterebat’ı geri almıştır.  Mirza Mehmet, 1470’te yine Akkoyunluların verdiği destekle bu defa Herat’a girmiştir. Ali Şir’in cesaretle ve zekice hamleleriyle Herat Kalesi ve şehir geri alınmış, Mirza Mehmet de yakalanıp Hüseyin Baykara’ya teslim edilmiştir. Ali Şir Nevâî, hükümdarın yanında ve güvendiği bir kişi olarak uzun yıllar yolsuzluk ve haksızlıklarla mücadele etmiştir.

1472’de divan beyi makamına yükselmiştir. Mühürdarlık görevine şair Emir Süheylî’ getirilmiştir. 1479’da Ebu Sait’in oğlu Mirza Ebubekir’in ayaklanmasını bastırmak amacıyla Esterebat’a yürüyen Sultan Hüseyin Baykara, Herat’tan ayrılırken yerine naib olarak Ali Şir Nevâî’yi bırakmıştır.

Sultan Hüseyin Baykara, 1487’de Ali Şir Nevâî’yi Esterebat’a vali olarak göndermiştir. Çevresindekiler bu atamayı taltif değil cezalandırma olarak değerlendirseler de o Esterabat’a vali olarak gitmiş ve orada da kültürel faaliyetlerini sürdürmüştür. Bir buçuk yıl sonra, Sultandan valilik görevini üzerinden almasını istemiş, sultanın izni ile 1488’de tekrar Herat’a dönmüştür.

Ali Şir Nevâî’nin küçük kardeşi Derviş Ali’nin, Belh valisi iken Sultan Hüseyin Baykara’ya karşı ayaklanması ve tatsız olayların yaşanması, halk nezdinde Ali Şir Nevâî’nin saygınlığını azaltmıştır. Bu durum, onu çok üzmüştür. Gelişmeleri ve Ali Şir’in üzüntüyü gören Sultan, 1492’nin Ramazan ayında onun için bir ferman çıkararak;

 “Şehzadeler, emirler, sudur, vüzera, ayan ve bilumum teb’am bilsinler ki Nizamüddin Emir Ali Şir Nevai; şefkatli kalbi ile bu yüksek devlet güneşinin doğduğu zamandan beri temiz niyetli fikirleri, büyük kudret ve dirayetli niyetini bu devletin yükselmesi uğrunda sarf etmiş azamet ve rütbesini benim kardeşliğim derecesine yükseltmiştir…” demiştir:

Bir yandan devlet işleri bir yandan da hiç ara vermeden devam eden bilim ve sanat çalışmaları Ali Ali Şir Nevâî’yi hem bedensel hem de zihinsel yönden çok yormuştur. Hükümdarın da izniyle Divan Beyliği vazifesini Baba Ali Işık Ağa’ya bırakarak sarayda Mukarreb-i Hazret-i Sultan olarak kalmış, vefatına kadar da böyle yaşamıştır.

 

EDEBÎ ŞAHSİYETİ

 

Ali Şîr Nevâyî, ‘…Ali Şîr Nevâyî Nevâî, yönetici ve münevver bir şahsiyet olarak Türk kültürüne her alanda hizmet etmiş, "...  ilim ve sanat alanındaki çalışmalarıyla Türk şiirine, Türk resim sanatına, Türk mimarisine katkılarıyla  Türk dünyasında örnek bir şahsiyet olmuştur.”

Klasik Çağatay edebiyatının oluşumu ve gelişiminde seçkin bir yeri olan ve otuza yakın eser ortaya koyan bilim ve sanat adamıdır. Türkçeyi yüksek bir sanat dili olarak işlemiş, bu güç ve inançla Türkçeye önemli bir değer kazandırmıştır.  Arapça bilgisi de çok iyi olan Ali Şîr Nevâyî Nevâî, şiirlerini Türkçe ve Farsça yazmıştır. Kendisi de Farsça yazmış olmakla birlikte, çok daha güzel ve güçlü bir dil olan Türkçe varken eserlerini Farsça yazan ve eserlerinde edebi dil olarak Farsçayı tercih edenlere karşı çıkmıştır.

Ali Şir Nevâî, Türk kültürüne, Türk diline ve Türk tarihine duyduğu saygıyı ve hayranlığı her fırsatta dile getirmiştir.  Yaşadığı dönemde, Türk devlet adamlarının, Türk münevverinin ve özellikle genç şairlerin Farsça konuşup yazmalarını, Türk dilinin geleceği açısından olumsuz bir gelişme olarak görmüştür. Bu tutumun doğru olmadığını kuru bir nasihatle anlatmak yerine Türkçenin Farsçadan daha zengin ve işlek bir şiir dili olduğunu açıkça ispat eden bir eser kaleme almıştır. 1499'da yazdığı bu esere Muhakemetü'l-Lugateyn" adını vermiştir. O, bu eserinin yazma gerekçesini şöyle açıklar:

"Öyle sanıyorum ki Türk münevverine hakkını iade ettim. Kendi öz dillerinin nasıl bir dil olduğunu anladılar ve Farsça söyleyenlerin Türkçeyi küçümseyen sözlerinden kurtuldular. Umarım ki, Türk şairleri, benim bu gizli hakikati ortaya koymaktaki gayemi anlarlar ve beni hayır dua ile yâd ederler. İşte o zaman ruhum şad olur" demiştir.  Bu sebeple Nevâî, Kaşgarlı Mahmut’tan sonra Türk diline en büyük hizmeti yapan kişi olarak kabul görmüştür.

Türk dünyası edebiyatının bu büyük şairinin eserleri, Türk kültür dünyasında geniş yankı uyandırmış ve kendinden sonraki şairler üzerinde de etkili olmuştur. Çağatay Türkçesi’nin geniş bir coğrafyada etkili olmasını sağlayan Nevâyî’nin eserlerine yüzyıllar boyunca nazireler yazılmıştır. Bu cümleden olarak Nevâî, Çağatay Türkçesine hâkimiyeti ve şairlik kudretiyle Orta Asya Türk Edebiyatına yepyeni bir üslup ve bakış açısı getirmiştir. Türk dilinin anlatım imkânlarını, işlek yapısını eserlerine başarıyla yansıtmıştır. Kendi dönemindeki genç şairlere ve daha sonra gelenlere millî bir örnek olmuştur.  Ortaya koyduğu özgün üslubu, daha sonra "Nevâî Dili” olarak vasıflandırılmıştır.

 Ali Şîr Nevâyî, çocukluk yıllarından itibaren şiirle meşgul olmuş, küçük yaşta birçok şairin şiirini ezberlemiştir. Özellikle Ferideddin Attar’ın Mantıku’t-tayr’ın etkisinde kalmış, daha sonraki yıllarda kendisi de ona nazire olarak Lisanü’t-tayr adlı eserini yazmıştır.

Anadolu’da gelişen Türk edebiyatı şairlerinden Ahmed Paşa, Fuzûlî, Hayalî Bey, Seydi Ali Reis, Nâbî, Nedîm ve Şeyh Gâlib gibi pek çok şair, onun üslubundan etkilenmiştir. Hayalî Bey, Nâbî ve Nedim gibi şairler, Türkçe şiir söylemede şairlik vasıflarını överlerken kendilerini, Türk şiirinin zirve şairi olarak gördükleri Ali Şîr Nevâyî ile kıyaslamışlardır. Ayrıca XX. yüzyılda yaşamış olan ünlü yazar Aybek, İzzet Sultan ve Uygun gibi sanatkârlar da onun tesirinde kalmışlardır. Özellikle de onun adıyla anılan “Çağatay Türkçesi”, Âzerî ve Osmanlı sahalarıyla birlikte, Kansu’dan İdil boylarına ve Kırım’a, Horasan ve Hindistan’a kadar, asırlarca genel bir kültür dili olarak kullanılmıştır. Çağatayca, bilhassa Nevâyî’den sonra, yüksek edebî muhitlerde de ilgi görmüş ve onun eserlerini okuyabilmek için, ‘Çağatayca gramer ve lügat’ kitapları hazırlanmıştır

Ali Şîr Nevâyî, Türkçe yazdığı şiirlerinde “Nevâyî”, Farsça yazdığı şiirlerinde ise “Fânî” mahlaslarını kullanmıştır. Beş mesnevisinden meydana gelen Hamsesi ile Nevâî, Türk edebiyatının ilk hamse yazan şairi olarak bilinmektedir.  Eserlerini Çağatay lehçesiyle yazmıştır. Lirik ve canlı bir anlatım diline sahiptir. Türk kültürünün mitolojik ve kültürel değerlerini eserlerine ustalıkla yansıtan Nevâî, şiirlerinde dinî ve tasavvufi temaları da belirgin bir incelik ve ustalıkla kullanmıştır.

Yaşadığı ve eserlerini yazdığı dönem olan 15. yüzyıldan itibaren Ali Şîr Nevâyî Nevâî'nin eserleri Türk dünyasının her coğrafyasında; Orta Asya’da, Türkistan’da, Anadolu ve Rumeli’de, Avrupa ve Afrika’da, İran’da, Irak’ta, Kırım’da, İdil boylarında, Çin’de ve Hindistan’daki Türk saraylarında okunmuştur.   Nevâyî, eserlerinin Türk dilinin konuşulduğu   bütün coğrafyalarda okunup beğenildiğini, etkilerinin   bütün Türk dünyasına yayıldığını hayattayken görme mutluluğuna eren bir sanatçıdır.  Ali Şîr Nevâyî Nevâî, yaşadığı dönemde ve kendisinden sonra gelen birçok şairi etkilemiştir. Eserleri hem kendi döneminde hem de daha sonra, Türk dünyasında zevkle okunmuştur. Edebiyatımızda onun şiirlerine nazire yazan, onun görüşlerini savunan pek çok şair ve yazar bulunmaktadır. Çağatay Türkçesi, özellikle Nevâyî’den sonra yüksek edebî muhitlerde de ilgi ve itibar görmüş, onun tesiriyle Çağatay lehçesine dair gramer ve lügat kitapları hazırlanmıştır.

 

 

TÜRKÇEYE HİZMETİ

 

Ali Şîr Nevâyî,, Orhun yazıtlarından beri uyanık ve canlı gördüğümüz millî duygu ve şuurun Türklük ve Türkçülük ruhunun en büyük temsilcilerinden biridir.” Nevâî'ye göre dil, bir milletin temel değeridir. Millî dile sahip olmadan millet olunmaz. Ancak dilin varlığı da millet olmak için yeterli değildir; o dilin işlenmesi ve kullanılması gerekir. Bu düşünceyle "... Türkçe konuşup yazmayanları, Türk soyundan olsalar bile Türk saymaz.” 

Ali Şir Nevâî, Türklüğün kendisine ihtiyaç duyduğu bir dönemde yaşamış ve en kritik dönemde Türkçeye sahip çıkmıştır. “Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars edebiyatının Câmî ile zirveye ulaştığı ve münevverlerin Farsça öğrenip bu dille yazmayı meziyet saydıkları bir devirde Nevâyî’nin Türkçenin Farsçadan aşağı kalmayacak bir dil olmadığını müdafaa etmesi, Türkçeyle de yüksek bir edebiyat vücuda getirmesinin mümkün olduğunu bizzat eserleriyle ispat etmesi ve yenileri eserlerini Türkçe yazmaya teşvik etmesi göz önüne alınırsa onun verdiği hizmetin derecesi ve önemi daha iyi anlaşılır.”

Ali Şir Nevâî, Türklüğüyle daima gurur duymuş, Türk kültürüne, Türk diline ve Türk tarihine olan saygı ve hayranlığını her fırsatta dile getirmiştir.  Çünkü dilin toplum yaşamında ne kadar önemli bir kültür unsuru olduğunun bilincinde olan Ali Şîr Nevâyî, pek çok eserinde dil kılıcı ile Türk beldelerini fethettiğini söylemiştir.  Bu bakımdan, yaşadığı dönemde ve çevrede Türk devlet adamlarının, Türk münevverinin ve özellikle genç şairlerin Farsça konuşup yazmalarını bir ayrıcalık görülürken Ali Şîr Nevâyî'nin Türkçe ile yüksek edebiyat ürünlerinin verilebileceğini savunması, dönemin şairlerini etkilemiş ve “Türkçe” yazmaya yönlendirmiştir. O, Türk dilinin geleceği açısından bu durumu olumsuz bir gelişme olarak görmüştür. Bu tutumun doğru olmadığını kuru bir nasihatle anlatmak yerine Türkçenin Farsçadan daha zengin ve işlek bir şiir dili olduğunu açıkça ispat eden bir eser kaleme almıştır. 1499'da yazdığı bu esere "Muhakemetü'l-Lügateyn" (İki Dilin Karşılaştırılması) adını vermiş ve bu eserini yazma gerekçesini şöyle açıklamıştır:

"Öyle sanıyorum ki Türk münevverine hakkını iade ettim. Kendi öz dillerinin nasıl bir dil olduğunu anladılar ve Farsça söyleyenlerin Türkçeyi küçümseyen sözlerinden kurtuldular. Umarım ki, Türk şairleri, benim bu gizli hakikati ortaya koymaktaki gayemi anlarlar ve beni hayır dua ile yad ederler. İşte o zaman ruhum şad olur." Demek oluyor ki bu eser, Türk dili tarihi için önemli bir kaynak olma özelliğinin yanında, Türk dilinin kültür ve medeniyet dili olmasında da önemli bir rol oynamıştır. Öyle ki Nevâî, Kaşgarlı Mahmut’tan sonra Türk diline en büyük hizmeti yapan kişi olarak kabul görmüştür.

                Ali Şîr Nevâyî, gençlik yıllarında edebî geleneğe uyarak Farsça şiirler de yazmıştır. Ancak o, Türkçenin gücünü ve güzelliklerini keşfettikten sonra, birçok eserinde Türkçe’nin üstünlüğünü dile getirmiştir:

 "Türk dilinin gerek kavram zenginliği gerekse ahenk yönüyle Farsçadan çok daha üstün ve işlek bir dil olduğu herkesçe bilinmiyordu. Türk dilinin bu özellikleri örtülü kalmıştı, böyle bırakıldığı için neredeyse unutulmak üzere idi. Gençlik yıllarımda ben de şiire ve edebiyata ilgi duymaya başlamıştım. Ruhumda birtakım pırıltıların sıcaklığını hissediyordum. Bu yıllarda bir şeyler yazmaya çalışıyordum ama gelenekten kopamadığım için ben de herkes gibi Farsça yazıyordum. Biraz daha ayrıntılı düşünmeye başladığımda Ulu Tanrı ruhuma ve gönlüme incelik ve hassasiyet ihsan etti.  Yaratılışım itibariyle bayağılıktan ve çirkinlikten uzak durmaya, iyiyi ve güzeli sevmeye başlamıştım. İşte o zaman ana dilim Türkçe üzerine düşünmeğe koyuldum. Türkçenin mana derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu âlemin güzelliklerle süslenmiş gittikçe enginleşen göğü, dokuz gökten daha üstündü. Bu güzellikler ve erdemler; hazine incilerinden, yıldızlardan daha parlaktı. Bu âlemin bahçelerine daldım; gülleri güneşler gibiydi. Bu âlemin her tarafında gözlerin göremediği, kimsenin dokunamadığı hazineler vardı. Amma bu tılsımlı hazinenin yılanları çok korkunç, bu güllerin dikenleri pek yamandı, bu hakikatleri görünce şöyle dedim: Demek ki bizim Türk şairleri bu korkutucu, ürkütücü tılsımlardan ve derinliklerden korktukları için Türkçeyi bırakıp geçmişler. ...Ben bu tılsımlı âlemden korkmadım, yılmadım; düşüncemden vazgeçmedim, mesaimi verdim, zorluklarla savaştım ve her güçlüğü yendim. Türkçenin geniş ufuklarında şaha kalkan ilham atını koşturdum; sonsuz enginliklerinde hayal kuşunu uçurdum. Bu eşsiz hazineden değer biçilmez inciler, pırlantalar aldım. Gönlüm bu gül bahçesinin güzel kokularıyla coştu, gözlerin görmediği, cana can katan güzellikte çiçekler derledi." Sözleriyle ifade etmektedir.’

Nevâyî, Türklerin Fars dilini kolaylıkla öğrenebildiğini ancak Farsların böyle bir yeteneğe sahip olmadıklarını;

"Türk şairlerinin hepsi Farsça öğrenmişlerdir. Beyinden kölesine kadar her Türk, Fars dilini öğrenebilmektedir. Buna karşı Farsların hiçbiri, Türk dilini konuşamaz, konuşsa da konuştuklarının anlamını bilmez" sözleriyle ifade eder.

                Nevâyî, Türkçenin ifade imkânı bakımından Farsçadan üstün olduğunu söyler:

 "Farsça, yüksek ve ayrıntılı konuların anlatımında yetersiz kalmaktadır. Türkçenin teşekkülünde ve kavram dünyasının oluşumunda pek çok incelikler bulunmaktadır. Türkçede en küçük ayrıntıları ve en küçük farkları bile ifade edebilecek kelimeler bulunmaktadır. Ancak bunların bilinmesi için bilgili kimseler tarafından açıklanması gerekir." 

Nevâyî, genç Türk şairlerinin, Farsçaya teveccühünü ise kendi dillerindeki bu üstünlükleri bilmediklerinden kaynaklandığını şöyle belirtir:

 "Türkün bilgisiz ve acemi gençleri Farsçanın daha güzel olduğunu düşünerek şiirlerini Farsça yazmaya özeniyorlar. Etraflı ve sağlıklı düşünseler Türkçedeki bu kadar zenginliği, genişliği, kolaylığı ve derinliği görür bu dille şiir yazmanın daha kolay olacağını, şiirlerin de daha güzel olacağını anlarlar."

 

                Nevâyî'nin önemli bir özelliği de eserlerinde millî tip ve karakterleri işlemiş olmasıdır. Fars edebiyatında işlenen tip ve karakterler, Nevâyî'nin eserlerinde yalnızca adını korumuş, diğer yönleriyle tamamen Türk kimliğine bürünmüştür. Örneğin Hamse'sinde yer alan mesnevilerinde kahramanları ideal bir Türk kahramanı kılığına sokmuş, hikâyelerindeki olayları Türk toplumunda yaşanabilecek bir üslupta vermeye dikkat etmiştir. Ferhâd ü Şîrîn mesnevisindeki Ferhâd, her hâliyle Türk özellikleri taşıyan bir kahramandır. Yaşadığı aşk ve hissiyatı tamamen millîdir. Hadiseler tümüyle Harzem Türklerinin hayatından alınmış yaşantılardan oluşmaktadır. Sedd-i İskenderî'de Türk tarihiyle ilgili birçok tablo yer almaktadır.

               

ESERLERİ:

 

Ali Şîr Nevâyî; divân, hamse, tezkere, dil ve edebiyat, din ve ahlak, tarih ve bibliyografya gibi alanlarda manzum ve mensur olmak üzere otuza yakın eser vermiştir. Nevâyî, bir sanat hâmisi olarak da döneminde sultandan daha fazla ön plana çıkan, müzikten, tarihe, nesirden şiire kadar, birçok alanda hüner sahibi olan bir devlet adamıdır.  Onun eserlerinin tür ve şekil bakımından zenginliği, sanatçı kişiliğinin değerini de gösterir:

I. DİVANLAR:

 

Bedâyiü’l-Bidâye

Nevâdirü’n-Nihâye

Garâibü’s-Sıgar Nevâdirü’ş-Şebâb

Bedâyiu’l-Vasat

Fevâidü’l-Kiber

 

 II. HAMSE:

 

Hayretü’l Ebrâr

Ferhâd u Şîrîn

Leylî vü Mecnûn

Seb’a-i Seyyâr

Sedd-i İskenderî

 

III. TEZKİRELER:

 

Mecâlisü‘n-Nefâis

Nesâyimü’l- Muhabbe

 

IV. DİL VE EDEBİYAT ESERLERİ:

 

Risâle-i Muamma

Mizânü’l-Evzân

Muhâkemetü’l Lügateyn

V. DİNÎ-AHLAKÎ ESERLER:

 

Münâcât

Çihil Hadis

Nazmu’l-Cevâhir

Lisanü't-Tayr

Sirâcü’l-Müslimîn

Mahbûbu’l-Kulûb fi’l-ahlâk

 

VI. TARİHÎ ESERLER:

 

Tarih-i Enbiyâ vü Hükemâ

Tarih-i Mülûk-i Acem

Zübdetü’t-Tevârih

Şehrengîz

 

VII. BİYOGRAFİK ESERLER:

 

Halat-ı Seyyid Hasan-ı Erdeşîr Big

Hamsetü’l-Mütehayyirîn

Hâlât-ı Pehlevân Muhammed

 

VIII. Vakfiyye

 

IX. Münşe’ât

 

 

KAYNAKLAR

Altınışık, Yusuf, (2002),  Ali Şîr Nevâyî Nevâî’de Tasavvuf, Yayımlanmamış Doktora Tezi,  Harran Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Şanlıurfa.

Banarlı, Nihat Sami, (1986), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.

Caferoğlu, Ahmet, (1966),  Türk Dili Dergisi, C. XV, S.173, Subat 1966.

Dizdaroğlu, Hikmet, (1966),  “Nevâî’de Dil Bilinci”, Türk Dili Dergisi, C.XV, S.173, Şubat 1966.

Eraslan, Kemal, (1986), Türk Klasikleri Ansiklopedibsi, C.III,  “Nevâî" Maddesi, İstanbul.

Kafesoğlu, İbrahim, (1962),  "Ali Sir Nevâî Devri Tarihine Bir Bakış” (Konferans), Türkiye Harsî ve İçtimâî Arastırmalar Derneği Yayınları, İstanbul.

Kırzıoğlu, Mehmet Fahrettin, (1966),  Türk Dili dergisi, C. XV, S. 173, Subat 1966.

Köprülü, Fuat, (1989), Edebiyat Araştırmaları - 2, İstanbul.

Levend, Agâh Sırrı, (1965), Ali Şîr Nevâyî Nevâî, I. Cilt, Hayatı, Sanatı ve Kişiliği, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

Levend, Agâh Sırrı, (1968), Ali Şîr Nevâyî Nevâî, IV. Cilt, Divanlar ve Hamse Dışındaki Eserler, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

Timurtaş, Faruk KADRİ, (1966),  “Ali Sir Nevâîde Türklük Duygusu”, Türk Dili Dergisi, C. XV, S.173, Subat 1966.

Türk Vahit-Şaban Doğan (2018), Ali Şîr Nevâyî Nevâî, Hayretü'l Ebrar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.

Türk, Vahit (2018), Ali Şîr Nevâyî Nevâî, Tarih-i Enbiya ve Hükema Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.